Avrupa ve Ortadoğu’daki sanat koleksiyonerlerine yönelik üç ayda bir çıkan çağdaş sanat dergisi VİSUAL  ARTBEAT  11inci Şubat-Mart-Nisan 2013 sayısında yayınlanan “RUMELİKAVAĞI’NDAN ANADOLU’YA AĞ, SEMRA ÖZÜMERZİFON’UN TASARLADIĞI BİR PROJE”  yazısının Türkçe tercümesi

Bir ressam balık ağlarının zengin renkleri ve dokusuyla büyülenirse ne olur? Bu nesneler o zamana kadar hiç denenmemiş bir ifade aracına dönüşerek barındırdıkları duygusal ve entelektüel içerikle sanatçı için bir ilham kaynağı olursa ne olur? Bu esin kaynağı bir diğer sanatsal ifade aracı olan fotoğraflarla belgelenir ve ressamın çalışmalarıyla beraber sergilenirse ve nihayet İstanbul Boğazı kıyılarındaki küçük balıkçı köylerinden yola çıkan bu oluşum Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yaşayan halka ve sanat çevresine sunulursa ne olur? Bu sıra dışı estetik ve entelektüel tecrübe nasıl algılanır? Bu sadece özgün sanat eserlerine bakmak (ve takdir etmek) midir, yoksa ücra bir balıkçı köyü olan Rumelikavağı’ndan Anadolu şehirlerine yayılan sanatsal ve duygusal bir ağ mı oluşturmaktır? Bu ağ ile yakalanan nedir? “Rumelikavağı’ndan Anadolu’ya Ağ” adlı projenin özü budur.

Uzun bir süre Avrupa’nın göbeğinde yaşadıktan sonra İstanbul’a dönüş yapan Semra Özümerzifon bu büyük şehrin küçük balıkçı köylerinde gözlemlediği doğayla ve denizle iç içe hareketli yaşamdan etkilenir.  Büyük şehir şantiyeleri ve gökdelenler İstanbul’un siluetini değiştirirken, halk tabiattan gittikçe uzaklaşarak eğlence ve çekim yerleri haline gelen devasa alışveriş merkezlerinin içinde hapsolmaya başlamışken halâ küçük balıkçı köylerindeki hayat eskisi gibi devam etmekte, İstanbul’un değişmeden kalan nadir yönlerinden birini sergilemekteydi.  Tekneler, balık ağlarıyla haşır neşir balıkçılar, ağları onaran diğerleri, teknelerin ardınca uçan martılar, bütün bu manzara canlı, heyecan verici ve kışkırtıcıydı.  Ağlar güzel olmaları ve plastik kalite içermelerinin yanı sıra balıkçıların geçim kaynağı, insanların yiyecek edinme aracıydılar. Ama aynı zamanda ağların karanlık bir yüzü de vardı. Sadece birkaç yıl önce mavi sularda yaşayan çeşitli türlerin tükenmesine de alet oluyorlardı. Ağlar içlerinde çok şeyi barındırıyorlardı ve bunların hepsi yavaş yavaş gelişmeye başlayan kompozisyonlarda yansıyacaktı.  Atık ağlar sanatçının yeniliklere açık olduğu bir zamanda karşısına çıkmıştı – on seneyi aşkın bir süredir tuval üstü yağlıboya çalıştığı semazen temasının kendiliğinden nihayete erdiği bir zamandı bu.

Balıkçı köyleri, balık ağları, ağların renkleri, dokuları, plastik potansiyeli ve çağrıştırdıkları kavramlar, hepsinden derinlemesine etkilenerek bütün bunları sanatla ifade etme yolunda düşünmeye başladı sanatçı.  Atık balık ağlarını balıkçılardan topluyordu. Değişik renk ve dokudaki bu ağları doğaçlama katmanlar halinde çalışarak soyut kompozisyonlar yapmaya başladı. Bu yeni malzeme ve çalışma tarzı daha önceki dönem yaptığı yağlıboya çalışmalarına bakarak radikal bir yenilik gibi gözükse de sanatçı bu iki farklı çalışma tarzının arasında yakın bir paralellik hissediyordu.  Ağlar sanki geleneksel boya malzemelerinin yerini almıştı.  Haliyle üç boyutlu olan kompozisyonlarını başka malzemelerle besliyor

, arka planı derinlik kazandıran ayna, boyanmış tuval veya LED ışığı gibi karışık malzemelerle destekliyordu. Atık balık ağları üretilen işlerde tamamen yeni bir kimliğe bürünseler de çağrıştırdıkları kavramları içlerinde barındırmaya devam ediyorlardı. Sanatçı 2011 yılında Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nden, kuruluşunun onuncu yılı kutlamaları çerçevesinde, Proje Odalarına bir enstalasyonla katılma daveti aldı. “Derin, Duyabiliyor muyuz?” adlı enstalasyon atık balık ağları, demir ve geri planda ayna ile çalışılmıştı. Denizlerin derinliğine ve çevre sorunlarına atıfta bulunuyordu. Bu enstalasyonu kurarken kullandığı demir konstrüksiyon sanatçının üç boyutlu tablolardan heykel çalışmalarına geçişini tetikleyecek ve “yumuşak heykeller” in çıkmasına vesile olacaktı.

Son dönem çalışmalarını içeren sergilerde ziyaretçiler malzemeyle ilgili sorular soruyorlar, ne olduğunu anlamayanlar çıkabiliyor veya ağların toplandığı hallerinde kullanılmış, sanatçı tarafından ayrıca boyanmamış olmaları onları hayrete düşürüyordu.  İstanbul’da yaşayan insanları bile şaşırtan bu malzemeyle yapılmış işler, denizin uzağında yaşayan belki de hiç denizi ve ağları görmemiş olan insanlarla paylaşılacaktı. Onlar büyük olasılıkla estetiği veya çağrıştırdıkları konuları hiç düşünmemiş olacaklardı. Bütün bu düşünceler “Rumelikavağı’ndan Anadolu’ya Ağ” projesinin ortaya çıkmasında etkin oldu. Yetenekli bir fotoğraf sanatçısı olan (aynı zamanda sanatçının oğlu) Kemal Şirin’e ağları topladığı balıkçı köylerinde çekeceği fotoğraflarla beraber ağlı işlerinin yan yana sergileneceği bir projede beraber çalışmayı teklif etti. Bu şekilde somut içerikli fotoğraflar işlerin esin kaynağını gösterecek ve ağların doğal hallerini belgeleyecekti; ilham kaynağı ve ondan mülhem ortaya çıkan işler yan yana sergilenerek izleyiciye farklı bir tecrübe sunacaktı. Kemal Şirin’in bu teklifi kabul etti ve proje gerçekleşti.

İsminden de anlaşılacağı gibi İstanbul’un ücra balıkçı köylerinden yola çıkan bu projenin bir başka görevi de var –  mümkün olduğu kadar çok Anadolu şehirlerine ulaşmak ve gerçek bir sanat paylaşım ağı yaratmak.

2013 yılı için programlanmış ilk dört sergi şöyle:

  • 18 Ocak-28 Şubat ETO Sanat Galerisi ESKİŞEHİR
  • 5 Mart-30 Mart CERModern ANKARA
  • 2 Nisan-20 Nisan Konya Devlet Güzel Sanatlar Galerisi KONYA
  • Sonbahar 2013 Tayyare Kültür Merkezi BURSA