İnsanlığın Ortak Özü – Bircan Ünver

Cumalı Sanat Galerisi 4 Mayısa kadar Semra Özümerzifon’un figüratif-ekspresyonist resimlerini sergiliyor. Sergide yer alan resimlerin bazıları: Bosna’nın Gözyaşları, Özgürlüğe Kaçış, Güvercini Yaşatmak, Ay Büyürken Bodrum 1 ve 2, Düşler, Stres ve İkili İlişkiler. Sanatçı hem insanlığın, hem bireylerin ortak duygu, acı ve sorumlarını, insanlığın özüne çıkılan bir yolculukta, figür deformasyonu ve renk ekspresyonu ile tual üzerine yağlı boya tekniğiyle, yoğun bir duyarlılık ve birikimle, izleyiciye sunuyor.

Sanatçı, ne kadar insanlığın özüne yaklaşmalı ve ne kadar kendi olmalı resimde? Sanatçı, yaşadığı dünyadan, politik olaylardan, o  politik ve siyasi olayların, insanlığa yaptırımcılığından, insanlık dramının sergilenmesinin sürdürülmesine ne kadar uzak, ne kadar kayıtsız kalabilir, ya da bütün bunlar, sanatçının “kendisi için var ettiği ve ürettiği dünyada yer almakta mıdır?” Bu tür olası sorulara, Semra Özümerzifon’un segisi aynı zamanda güzel bir yanıt niteliğinde.

Semra Özümerzifon, Avrupa’nın göbeğinde bir şehir olan Cenevre’ye 1980 yılında yerleşir; Paris, Basel, Martigny gibi sanatsal etkinliklerin olduğu yerlere günübirlik mesafeyle ulaşır; bu açıdan Cenevre’de bulunmak bir avantaj sağlar. Sanatçının resime ilgisi, ortaokulda ögretmeni Seniye Fenmen’in ilk Türk ressamlarını tanıtmasıyla artar. Boya ile başlayan çalışmalarını, seramik ve gravür çalışmaları izler. Aynı zamanda, Cenevre’de dört yıl Güzel Sanatlar Akademisinin gece bölümünde desen çalışır, ama en çok yağlıboya ve tual üzerine resim yapmayı sever. Şehirde çok güzel müze ve galeriler vardır ama genelde durgun bir yerdir. 14 yıl Cenevre’de yaşar ve artık bir değişiklik, bir yenilenme ihtiyacı hisseder.

Cenevre’de son iki yılda yaptığı resimlerine griler, mavilerde, doğumu yakın, mekanik bir dokuda, hamile kadın figürleri hakim olur. Özellikle hamile kadın figürlerinde evrenselin ve sonsuz yaratıcılığın sembolünün peşine düşer. Ama bu aynı zamanda bir paradokstur. Hamile kadınlar sanatçının kendi yaratıcılığını bir türlü istediği biçimde dışa vuramayışının da sembolüdürler. Sanatçı doğurmak için kıvranmakta ve doğumu beklemekte ama bu süreçte, ortaya çıkanlarda düşlediği doğumu, gerçekleştiremediği duygularına kapılır. Bunun sonucu olarak da, gerçek yaratıcı doğumunu gerçekleştirme arayışıyla, yaşadığı mekanı değiştirme kararı verir. Zamanın tamamının kendisine ait olacağı, doğal güzellikler ve hayatiyeti olan rahat bir ortamı yeni resimleri üretebilmek, doğurabilmek için, düşlemeye başlar. Bunun sonucu olarak da Bodrum’u seçer ve yerleşir.

Avrupa’nın merkezlerinde, her şeyin düzenli, mekanik ve kartpostal güzelliğindeki bir düzenden, Bodrum’a geliş sanatçıyı kendi kendisiyle topyekün başbaşa bırakır. Bu yolculuk, artık sanatçının kendi iç dünyasına açtığı bir yolculuktur.

Her resmi, “özüne inebilme çabası” olarak değerlendiren Semra Özümerzifon “Resme başlarken, ki bu bir yaratma, renklerle oynama ve şekiller çizme dürtüsüyle başlar, nereye varacağı bilinmez. Resimde esas mühim olan onu yapma sürecidir. Bu süreç ise bir çesit meditasyondur, öze inebilme çabası. Yaratıcılık öz’dedir ve öz evrenseldir. Herkesin ortak paydasıdır. Konu ise bir vasıtadır, herşey olabilir. Tamamen soyut, simgesel, realist veya hepsi bir arada, kural yoktur resimde, çünkü kurallar kısıtlayıcıdır, yaratıcılığa gem vurur. Resim ise özgürlüktür ve ondan istenen tek kural ise içtenliktir” şeklinde açıklıyor düşüncelerini.

Sergide, sanatçının da tanımlamasıyla “insanın ortak öz’üne yapılan bir iç yolculuğun resimleri sergileniyor. Biz de resimlerden yola çıkarak benzer ‘ortak öz’e ulaşmayı umduk.

“Gelip Geçti Hafif Bir Rüzgarla” da, tualin merkezinin en geniş planında ve ortasında , sarı koltukta oturan, sarı bir figürün çevresini ya da dünyayı yönetirken, etrafında olup bitenlere hafif bir rüzgarın esintisi gibi bir aldırmazlıkla, başı önünde, kendi dünyasında ve içine dönük duruşunda, bir kompzisyon. Sarı renk bu kompozisyonda, orta ana planın merkezinde, koltuğuyla, o koltuğa ve çevresine hakim figürüyle, gücü ve gücün kendi içinde sağladiği dinginliği simgeliyor.

“Özgürlüğe Kaçış” ta bisikletli etrafı bayraklarla belirlenmiş bir alanda, özgürlüğe kaçış özlemi…Cerçevenin dışına, belirsiz figürler, belirsiz mekan ve atmosferle oluşturuyor, Tıpkı, özgür olacağınızı umduğunuz yerlerin, mekanların ve insanların belirsizliği gibi…

“Güvercini Yaşatmak” kompozisyonu, güvercini yaşatmak mümkün mü? Ya da güvercini yaşatmak ne kadar mümkün sorularını sordurdu. Bu resim, adeta tüm bir insanlığı sembolize ediyor, insanlık kırıp dökülüyor…Yaşama düşen tek izdüşüm; acı, can çekişme, korku ve ölüm…Ve bu resmin insanları, güvercini içlerinde ve yaşamlarının son can çekişme anlarında, bir umut olarak yanlarında barındırmak istiyor… Ne var ki, detay planda, üst üste yığılmış bombardıman sonrası fırlamış yığılmış başlar, yaşamla ölümün arasında artık bir sınırın kalmadığı noktada, belki de tek umut güvercini yaşatmakla umudu, kurtuluşu ummak…İnsanlığın seçmediği ama kaçışı da hiç kolay olmayan çağlar boyu süren, benzer enstantelerin bir özeti sanki…

“Bosna’nın Gözyaşları 1,2,3″ adı ile üç ayrı resim sergide yer alıyor. Biri artık iskeletlerin büstleştiği iki figür, diğeri, rengarenk şapkalar ve saçların çevrelediği tebeşir beyazı ölü yüzlü ve gözleriyle  ölümün ötesinden bizlere bakan iki genç kadın, ve bir diğeri de yine morlarda, mavilerde yiten, gözyaşların izi yüzlerinde kazınmış yine bir kadın portresi…

Özümerzifon ” Bosna bir sembol. Bu bir ‘Ceçenistan olabilir, başka bir yer olabilir. Bu resimler dünyadaki acıyı insanlık dramını sembolize ediyor. İzlediğiniz ve sürekli etkilendiğiniz bu oluşumlara karşı bir şeyler yapamıyor olmanın aczi içinde biriken duyguları resim aracılığıyla dışa vurarak bu çesit duyguların kendinizle barışık olmasını sağlıyor resim” olarak belirtiyor görüşlerini.

Genel olarak resim sanatında, zor renk kapsamında değerlendirilen beyaz ve sarı, sergide yer alan her bir resimde birbirne zıt anlamları kavramları yüklenmekte. Örnegin beyaz renk “Günaydın” adlı resimde, sabahın mahmurluğunu simgelerken, “Bosna’nın Gözyaşlarında beyaz yüzlerdeki taşlaşmış kireç rengi ölümü, ölümün ötesinde  bir varoluşu bize sezinletiyor. Yine sarı renk, “Düşler” de düşlerinin yaşanabileceği sıcak ve dinamik bir atmosferi simgelerken, “Güvercini Yaşatmak”da yeryüzünün kaosunun doku rengi, “Gelip Geçti Hafif bir Rüzgarla” adlı resimde, herşeyin gelip geçiciliğini, sarı rengin çarpıcı ve etkin gücü etrafında vurguluyor. Sergi, cesur bir renk anlayışı ve her bir resimde renklerle farklı anlam ve kavramlar yüklenmesiyle de dikkati çekiyor.

Semra Özümerzifon resimleri aracılığıyla birikimlerini, duyarlılıklarını, yaşamı yorumlayışını algılamamızı sağlıyor. Bugün yeryüzünde insanlık adına oluşturulan kaçınılmaz durumlar, uygulamalar ve dramalara yine resimleri aracılığıyla yoğun ve dinamik bir ekspresyonla evrensel ve eleştirel bir bakış getiriyor. Acı, yanlızlık, coşku, düş, sevinç ve umudu genel olarak rengin şiddetinde ve figür deformasyonlarının detayında, “insanlığın ortak özü”ne dönüştürüyor..

Bircan Ünver, 1995, Pazar Postası.

<< Önceki Sayfa    Sonraki Sayfa >>

.